Yüzyılı dolduran iki kadının hikayesi, toplumun genel beklentilerinin ötesine geçerek, uzun yaşamın sırlarını merak eden pek çok kişiyi derinden etkiliyor. Genellikle sağlık uzmanları, uzun yaşamın anahtarını sağlıklı bir diyet ve düzenli egzersizle ilişkilendirirken, bu iki centilmenin açıklamaları dikkat çekiyor. 100 yaşına girdiğinde bile enerjisi yüksek olan bu kadınlar; beslenme ve fiziksel aktivite konusundaki yaklaşımlarıyla, herkesi şaşkına çeviriyorlar. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir röportajda, yaşam hikayelerinin yanı sıra yıllar içinde edindikleri deneyimleri ve bu süreçteki kişisel tercihlerini paylaşarak, sağlıklı yaşam felsefelerine farklı bir pencere açtılar.
Bunun yanı sıra, 100 yaşındaki Mary ve Joan isimli bu kadınlar, her gün yürüyüş yapmak veya sıkı bir diyet uygulamak gibi yaygın senaryoları reddediyorlar. Mary, 'Ben yemeğimin tadına varmayı severim ve kendimi kısıtlamam' diyerek, sağlıklı yaşamın sadece yiyeceklerle sınırlı olmadığını vurguladı. Joan ise, 'Hayata pozitif bir gözle bakmak, bence uzun yaşamanın en önemli sırrı. Duygusal olarak da kendimizi iyi hissetmeliyiz' ifadelerinde bulundu. Bu sözler, uzun yaşamın sadece fizyolojik unsurlar değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel sağlık ile de derinden bağlantılı olduğunu gözler önüne seriyor.
Mary ve Joan’ın dikkat çeken bir diğer yönü ise sosyal hayatlarına verdikleri önem. İkili, dostluk ilişkilerini güçlendirmek ve yeni insanlarla tanışmak için sık sık sosyal etkinliklere katılıyorlar. 'İlişkileriniz ne kadar güçlü olursa, hayat o kadar anlam kazanıyor' diyor Mary, sosyal ağların ve temasların ruh sağlığı üzerine etkisinin inkar edilemeyeceğini ifade ederek. Joan, dışarıda vakit geçirmenin ve insanlarla etkileşimde bulunmanın yalnızca eğlenceli olmadığını, aynı zamanda zihinsel sağlığı ve genel mutluluğu besleyen önemli bir unsur olduğunu ekliyor.
100 yaşına bastıklarında, hala aktif ve sosyal bir yaşam sürdüren bu iki kadın, sıradan bir yaşam tarzının ötesinde bir yaklaşım sergiliyorlar. Onların deneyimleri, genç nesillere umut veriyor ve uzunca bir yaşam için neyin gerçekten önemli olduğu konusunda yeni bir perspektif sunuyor. Bu düşünceler, birçok insanın alışıldık diyet ve egzersiz dayatmalarına yanıt niteliğinde. Yüz yıl boyunca süren bu macera dolu hikaye, sadece bireysel değil, toplumsal açıdan da daha geniş bir anlam kazanıyor.
Ayrıca, duyulara hitap eden ve zengin tatlarla dolu bir yaşam sürmeliyiz. Mary, 'Çeşitlilik ve lezzet hayatı zenginleştirir. En sevdiğim yemekler arasında hamur işleri ve tatlılar var. Kendi mutfak sırlarım var ancak bunlar beni sağlıklı ve genç tutuyor' sözleriyle, beslenme alışkanlıklarının keyif alınarak sürdürülmesi gerektiğini ifade ediyor. Joan bu durumu pekiştirerek, 'Önemli olan dengeyi bulmak. Hangi yiyecekleri seviyorsanız, onları tadını çıkararak ve ölçülü bir şekilde tüketmelisiniz' diye ekliyor.
Sonuç olarak, Mary ve Joan’ın hayatı, uzun yaşamın sadece fiziksel sağlığa değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal tatmine de bağlı olduğunu gösteriyor. Beslenme, egzersiz ve sosyal aktivite, elbette bu denklemin önemli parçaları; ancak onların deneyimleri, bu unsurların yanında gönül alışverişinin, pozitif düşüncenin ve hayatın tadını çıkarmanın da büyük bir rol oynadığını vurguluyor. Uzun yaşamak bir hedef değil, sürdürülmesi gereken bir yaşam biçimi. Bu iki kadın, yüzyıllık yaşamlarıyla işte bunu ispat ediyorlar ve günümüzün stresli yaşam koşullarında, odaklanılması gerekenin duygusal ve sosyal denge olduğunu en güzel şekilde anlatıyorlar.